16 Ocak 2011 Pazar

Hayat Acımasız Diye..

Hayat acımasız diye ben de acımasız mı olmalıyım? Bu sorunun cevabını her zaman hayır olarak verdim bugüne kadar. Ama bazen öyle şeyler oluyor ki hayatta, diyorusun içinden şeytana uyayım.


Eğer yaşanan acılar bizi vahşileştirseydi; insanlık ateşi bulup aydınlanmak yerine, daha da karanlığa bürünürdü. Ne ateş ısıtırdı insanoğlunun içini ne de başka birşey. Düşünsenize bir dişi iki erkek mağara insanı; dişi olan daha az kıllı olanı seçti diye, kan dökseydi kıllı mağara adamı soy falan kalmazdı ortada. Tükenir giderdik ilk yüzyılımızda. Dinozorlardan farkımız kalmazdı. Gerçi şu an da sonumuzu getiriyoruz, ama daha farklı yollarla o ayrı.(Konumuz bu değil neyse.)

Hayat benim karşıma hep kötü şeyler çıkarıyor demişizdir zaman zaman yada bunu diyenlere rastgelmişsinizdir. Hayat kimseye adil davranmıyor. Doğanın kanunu bu, böyle olmalı çünkü. Olanlara karşı mızmızlanmayanlar ise sakin yapılarından yada olgun bakış açılarından susuyorlar. Yoksa kimse mükemmel bir yaşam sürmüyor. Küçük olanlar büyük sorunlarla, büyük olanlar da küçük sorunlarla çekilmez hale getiriyor hayatlarını.

Kimileri var ki; gülümsüyor kameralara. Gözlerine yaş geldiği bir an oldumu kaçıyor kalabalık mekanlardan. Kendince düşünüyor ki, ağladığım görülmezse ağladığım bilinmez. Güçlü olan ben olurum, her zaman ayakta olan ben, yıkılmayan ben. Ama böyle olmuyor, kimi yatağında ağlıyor kimi zaman, kimi tuvalette, kimi otobüste dolmuşta, kimi meydanlarda..  

İnsan özelliği bu. Çelikten değil sinirlerimiz. Kişiden kişiye değişir tabi, ama herkesin bir eşiği vardır. Kimi dokunsan ağlar, kimini öldürsen anca. Ama duygusuz değildir kimse. Ne kadar körelirse körelsin duygular, her zaman oradadır. Belki güçlü olmak için, belki ruhsuz bilinmek için, belki de sadece öyle olmak istediğinden.

Kimler mi kazanıyor bu oyunun sonunda? Her zaman kumarhane kazanır tabi. Aslında kimse kazanmıyor. Kazanan sadece hayat. Dünyada her saniye milyonlarca insan kaderine ağlıyor, milyonlarcası başarılarına seviniyorlar. Ama hepsi geçiyor, zaferin tadı belki bir kaç saniye, yeni hedeflerin hırsına bırakıyor yerini. Bunu bir de dünya üzerinden gelip geçen tüm insanlık la çarparsanız, ne kadar küçük kalır sizin sıkıntınız ve sevinciniz?

İllaki birşey öğretmeli mi çekilenler? Savaşın sonunda kalpsiz bir insana dönüşmek mi  istersiniz, yoksa daha sakin bir insana mı orası size kalmış.

Bense karar veremiyorum, içimdeki şey(!) koyver gitsin diye çığlık çığlığa yumruklarken parmaklıkları, korkuyorum dışarı çıkmasından. Biliyorum beni seneler önceye götürecek. Tekrar hissetmek istemiyorum o kadar umursamaz duyguları. Bunları da hissetmek istemiyorum ama, insan olduğumu hatırlatıyor bana acı.

Sen hangisini seçerdin? Kimsenin sevmediği umrusamaz biri olmayı mı ? Kimsenin sevmediği narin biri olmayı mı ?




(ana karakter ben olmadım tam olarak, kurgu kaydı, ama böyle daha iyi sanki)

4 yorum:

  1. Her iki durumda da sevilmediğimize göre nasıl sevilmemenin bi önemi yok gibi.Başkalarının ne düşündüğü,sevip sevmediği önemli midir,, önemlidir tabii ki.

    YanıtlaSil
  2. sevilmesemde, başkalarının düşüncelerine göre yaşarım mı demek istiyorsun yani=)

    YanıtlaSil
  3. yo hayır.sevilmek için her zman baskalarının hoşuna gittiği gibi davranmakta gerekmez diye düşünüyorum.

    YanıtlaSil