7 Nisan 2012 Cumartesi

Kahve Falından Çıkan Hikayemsi..

            Karşımda 10-12 yaşlarında bir çocuk oturuyor, yanındaki muhtemelen annesi ve annesinin arkadaşlarından oluşan bir kalabalık var masada. Kadınlardan kimi kahve içmekte, kimi kahve falı bakmakta. Belli ki sıkılmış durumda çocuk, etrafta dolaşıyor sürekli gözleri. Yan taraflarında bir masada kalıyor gözleri. Yirmili yaşlarının ortasında bir genç oturmakta orada, önünde bilgisayarı, koca masada tek başına oturuyor ve  kaptırmış kendini bilgisayardaki işine. Çocuğun dikkatini çeken, gencin tek başına oturması mı, bilgisayarı mı, kirli sakalı mı, duruşu mu bilemiyorum başta.


            Annesine elindeki kahve fincanını uzatıyor, benim de falıma bakın diyor ama duymuyor bile umutsuz ev kadını. Alıyor çocuğun elinden fincanı kendi önüne koyuyor tekrar, sanki çocuk ona hiç birşey dememiş gibi. Fincanla ilgileneceğim diye muhabbeti kaçırıyor kadın, bir kahkaha yükseliyor masadan. Artık o çocuk da, annesi de o masada değil. Sinirleniyor kadın, patlatıyor bir tane çocuğa, kolunda tutup çekiyor ve beraber çıkıyorlar kafeden.

            Sürüklenerek eve giderken aklından geçiriyor çocuk, biraz daha büyüyeyim kimse sürükleyemeyecek beni bir yere. Ben de o ağabey gibi istediğim yerlere gideceğim, kimse gelip kalk diyemeyecek bana. İstediğim zaman, istediğim kişiyle, istediğim yerde olacağım. Hele bir geçsin şu günler, hele biraz daha büyüyeyim..

            Genç sıkılıyor ve kapatıyor önündeki bilgisayarı. Zaten morali bozuk, işi dolayısıyla bulunduğu bu şehirde gezecek hiç biryer, yapacak hiç birşey yok. Çok uzun olmasa da buradaki işi kısa bir süre için de değil. Kalkmak istemiyor yerinden, çünkü  kalksa nereye gidecek bilmiyor. Bütün sokakalara girip çıkmış olmasına rağmen, vakit geçirecek bir yer bulamıyor hiçbir zaman. Biraz daha oturmaya karar veriyor, açıyor bilgisayarı tekrar. Eliyle bir işaret yapıyor garsona, çay diyor sadece dudaklarını oynatarak. Gözleri tekrar bilgisayar ekranıyla buluştuğunda simsiyah bir ekran karşılıyor onu; Sistem bulunamadı. Onu oyalamaya yarayan tek şey, buraye gelmeden önceki dünyasıyla tek bağlantısı gözlerinin önünde cansızca yatıyor.

            Kapatıyor ekranı sertçe, kalkıyor yerinden. Ceketini giyerken, yanından geçen garsona çay iptal diyor, kasiyerin yanında geçerken elini cebine atıyor, gelen ilk parayı kasaya uzatıp fırlıyor dışarıya. Bir sigara yakıyor, tam köşeyi dönerken seksenli yaşlarda bir dedenin boğuk sesi geliyor kulağına. Duraklıyor , bozuk para cebinde aylardır duran 1 lirayı uzatıyor yaşlı dilenciye. Kendi derdini unutuyor o an, adamın ne kadar zor durumda olduğunu hayal etmeye çalışıyor; üzerinde eski püskü kıyafetlerle sokağın köşesine yatmış yardım dileniyor insanlardan. Acaba çocuğu çoluğu yok mu diye merak edip soruyor önüne parayı bırakırken. Aldığı cevap tabi ki hayır oluyor. Muhabbet etmeye pek meraklı olmayan yaşlı amcanın önünde doğruluyor genç ve nereye gideceğini bilmeden devam ediyor yoluna.

            Ne sakat ne de fakir yaşlı amca. Keyfi yerinde aslında, yemeğini çıkarıyor her gün sokaklardan, insanlar kolay aldanıyor sesine. Bazı günler cebine para kaldığı bile oluyor. Para hiç umurunda değil aslında, amacı sadece karnını doyurmak. Yaşadığı hayat yetmiş görünüyor ona. Dünyanın her yerini gezmiş gençliğinde, çok yemiş, çok içmiş, doymuş anlıyacağınız hayata ama çok da uzun sürmemiş ki; şimdi sokaklarda. Yaşadığı yetmiş ona ama fakirlikten dönmemiş ülkesine. Bu kadar yaşadım, artık ölürüm diye düşünerek, kendi vatan toprağına gömülmek için dönmüş. Yaşı aslında seksenlerde de değil, bir kaç ay sonra doksan bir yaşına girecek. Kaç yıldır beklediğini bilmiyor tam olarak ama her gün ölecekmiş gibi yaşıyor, o yüzden başlamıyor yeni bir işe, başlayamıyor.

            Güneş batarken, yaşlı amca elinde ekmeğiyle çıkmaz bir sokağa çekiliyor. Genç adam otel odasında bilgisayarıyla uğraşıyor. Çocuksa sokakta top oynarken, annesi yemeğe çağırıyor camdan bağırarak. Gitmek istemiyor ama annesi üçüncü kez bağırdığında koşuyor eve, gene isyanlarda.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder